“Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar. Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O’ndan dilemeden önce bilir.
“Bunun için siz şöyle dua edin:
‘Göklerdeki Babamız,
Adın kutsal kılınsın.
Egemenliğin gelsin.
Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de
Senin istediğin olsun.
Bugün bize gündelik ekmeğimizi ver.
Bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi,
Sen de bizim suçlarımızı bağışla.
Ayartılmamıza izin verme.
Bizi kötü olandan kurtar.
Çünkü egemenlik, güç ve yücelik
Sonsuzlara dek senindir! Amin’.
Bu ayetlerde Mesih, öğrencilerine dua etmeyi öğretiyor. Ama acaba O bunu nasıl yapıyor? Bize bir metin verip, bunu ezberlememizi mi istiyor? Biz Hristiyanlar genellikle bunu yapıyoruz. İsa’nın öğrettiği bu dua sözlerini ezberlemek, her fırsatta bu duayı dile getirmek elbette çok güzel bir uygulama. Bunda hiçbir sorun yok. Ama galiba İsa’nın bize öğrettiği şey, birtakım söz kalıplarından, ezberlenecek birkaç dua kalıbından çok daha fazlasıdır.
İsa bize bu ayetlerde belki de her şeyden önce samimi olmayı öğretiyor. Çünkü Tanrı’yla imanlının ilişkisi bir samimiyet ilişkisidir. Yani içtenlik. Hristiyanların Tanrı’ya Baba demelerinin en önemli nedenlerinden biri budur. İmanlının Tanrı’yla olan ilişkisi bir efendi-köle ilişkisi değil, bir ebeveyn–evlat ilişkisidir. Çünkü Tanrı bizi, biricik Oğlu İsa Mesih aracılığıyla “evlat edindi.”
“Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi” (Yuhanna 1:12).
“Tanrı’nın Ruhu’yla yönetilenlerin hepsi Tanrı’nın oğullarıdır” (Romalılar 8:14).
“Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi. Öyle ki, sevgili Oğlu’nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün” (Efesliler 1:5-6).
“Bunun için, sevgili çocukları olarak Tanrı’yı örnek alın. Mesih bizi nasıl sevdiyse ve bizim için kendisini güzel kokulu bir sunu ve kurban olarak nasıl Tanrı’ya sunduysa, siz de öylece sevgi yolunda yürüyün” (Efesliler 5:1-2).
Bu evlat edinme ve “oğullar olma” durumunun İsa’dan bağımsız olmadığını, her şeyin bütünüyle İsa Mesih’e bağlı ve O’nunla ilgili olduğunu her zaman akılda tutmalıyız. İbraniler Mektubu 2:10 ayetinde şöyle söyleniyor:
“Birçok oğulu yüceliğe eriştirirken onların kurtuluş öncüsünü acılarla yetkinliğe erdirmesi, her şeyi kendisi için ve kendi aracılığıyla var eden Tanrı’ya uygun düşüyordu.”
Tanrı bizlerden, O’na dua ederken, bir köle gibi değil, bir evlat gibi istekte bulunmamızı istiyor. Bizden, kendisine, “Babamız” diye hitap etmemizi istiyor.
Baba-oğul ilişkisiyle, efendi-köle ilişkisi arasındaki farkları hepimiz kolayca sayabiliriz, değil mi? Her şeyden önce Tanrı bizim Babamızsa, O’nun bizi, bütün eksiklerimize ve hatalarımıza rağmen sevdiğini ve bizim mutlu olmamızı istediğini biliriz. Bizden görevlerimizi yerine getirmemizi istemiyor değildir elbette, ama bunu sevgiyle, ve kendisini değil bizi gözeterek, bizim iyiliğimiz için ister. Bir efendi, dünyasal bir kral veya patronsa, bunu genellikle hiç önemsemez. Onun için önemli olan işinin görülmesidir, filanca köle bunu yapamıyorsa onun yerine işi daha iyi yapacak başka bir köleyi çalıştırırım! Köleme karşı genellikle sevgi duymam. Kölem de bana karşı sevgi ve içten bir bağlılık duymaz. İşlerimi sadece korkudan ya da en iyi ihtimalle görev ve sorumluluk duygusuyla yaparım. Ama işimi kendi işim gibi benimsemediğim için, işimin yerine getirilip getirilmemesi onu aslında pek ilgilendirmez. Köle, evlat gibi değildir.
Tanrı bizden kendisine Baba dememizi, ve O’ndan dilekte bulunurken, O’nun bizim göksel Baba’mız olduğunu hatırlamamızı istiyor.
İsa bize samimi olmamızı öğretiyor demiştik. Samimiyet, içtenlik, kendisini ilişkinin biçiminde gösteriyordu. Anne-baba ile çocuklar arasındaki ilişki, evet saygıya da, ama en çok sevgiye dayanır. İşte içtenlik de bu sevgiden kaynaklanır. Tanrı’ya karşı içten olduğumuzda, O’nun bize verdiği sevgi bizim kalbimizde ürün verir. O’nun sevgisi, bizden dünyaya, diğer insanlara yansımaya başlar. Tıpkı aynadan yansıyan bir aydınlık gibi.
Sevgiden kaynaklanan bu samimiyet, Tanrı’yla olan ilişkimize hâkim olduğu zaman, yapmacıklık, sahtelik ve yalan da dualarımızdan uzaklaşacaktır. Odak noktamız kendimiz olmaktan çıkıp, imanla ve sevgiyle bağlı olduğumuz Baba’mıza yöneldiğinde, artık insanların bizimle ilgili düşünceleri gözümüzde önemini yitirir. Bu tür düşünceler ilişkimizi bozamaz artık.
Birbirine aşık bir karı kocayı düşünün. El alem onların aşkını övecek mi, alkışlayacak mı? Bu gibi şeyleri düşünürler mi? Hayır, bütünüyle sevdikleri kişiyle ilgilenirler. Ona söyledikleri sözleri başkaları duysun istemezler. Sevgileri, aşkları için başkalarından aferin almak, övülmek gibi dertleri de olmaz. Çünkü ilişkileri içten, samimi bir sevgiye dayalıdır.
Rab’bin Duası, Rabbimizin öğrencilerine, yani bize de, öğretme lütfunda bulunduğu harika bir metin. Onu ezberlemek ve sözlerin derin anlamları üzerinde düşünmek, bu sözlerdeki bilgelikten yararlanmak son derece doğru olur. Ama Mesih’in bu sözlerde dua ile ilgili olarak bize öğrettikleri, bu harika dua metninden ibaret değil. Mesih’in bize öğrettiği dua, Tanrı’ya sunulmuş bir dilekler listesinden çok daha fazlası. O, bütün bu dilekleri anlamlı kılan sevgi ve içtenliği öğretiyor bize bu sözlerle. Luka Müjdesi 11. Bölümde İsa’nın, bu duayı, öğrencilerinin O’ndan “Bize dua etmeyi öğret” diye dilekte bulunmaları üzerine öğrettiğini görüyoruz. Rabbimiz, işte tam da bunu yapıyor. Bize dua etmeyi öğretiyor.
Dua edelim: Göklerdeki Baba’mız, sana dua ederken, adının, sadece sözlerimizle değil, içtenliğimiz ve sevgimizle de kutsal kılınmasını sağla. Amin.