İsa, büyüdüğü Nasıra Kenti’ne geldiğinde her zamanki gibi Şabat Günü havraya gitti. Kutsal Yazılar’ı okumak üzere ayağa kalkınca O’na Peygamber Yeşaya’nın Kitabı verildi. Kitabı açarak şu sözlerin yazılı olduğu yeri buldu:
“Rab’bin Ruhu üzerimdedir.
Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti.
Tutsaklara serbest bırakılacaklarını,
Körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için,
Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak
Ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için
Beni gönderdi.”
Sonra kitabı kapattı, görevliye geri verip oturdu. Havradakilerin hepsi dikkatle O’na bakıyordu. İsa, “Dinlediğiniz bu Yazı bugün yerine gelmiştir” diye konuşmaya başladı.
Müjde metnimiz, İsa’nın kimliğini kendi halkına, hatta bu olayda diyebiliriz ki kendi köyüne, açıklayışını anlatıyor. İsa yüzyıllar önce Yeşaya peygambere vahyedilmiş olan bu sözlerin, yani Meshedilmiş Olan’la, Mesih’le ilgili peygamberlik sözlerinin kendisi ile ilgili olduğunu söylüyor. Ve dahası, o gün, o havrada, o sırada, yedi yüz yıllık bu öngörünün gerçekleşmekte olduğunu. Çünkü bu Eski Antlaşma ayetleri, Mesih’in “Rabbin lütuf yılının” yani Lütuf çağının başladığının bizzat Mesih tarafından ilan edileceğini haber veriyordu ve İsa’nın da o gün orada yaptığı da budur: Lütuf çağının geldiğini ilan etmek.
Peki bu başlayan lütuf çağı nedir? Yeşaya peygamber, İsa Mesih’le gelecek olan kurtuluşun nasıl gerçekleşeceğinden söz ediyordu. “Lütuf” sözcüğünü biz Hristiyanlar sık kullanırız ve bunun geçerli bir nedeni vardır. Çünkü insanın kurtuluşu, insanın yapıp ettiklerine, başarılarına, dindarca eylemlerine bağlı değil, tamamen ve yalnızca Tanrı’nın lütfuna bağlıdır. Peki lütuf nedir? Cömertçe verilen şey; karşılıksız olarak verilen ve hak edilmeksizin alınan bir şey. Pavlus Romalılar mektubunda bu konuyla ilgili olarak şöyle der 11.bölümde: “Eğer bu lütufla olmuşsa iyi işlerle olmamış demektir. Yoksa lütuf lütuf olmaktan çıkar” (Rom.11:6). Elçi bu sözlerle şunu anlatır bize. Eğer bir şey lütuf olarak veriliyorsa, bizim yaptığımız iyi bir işten, dindarca bir eylemden bile bağımsızdır.
Kendi iyiliğim ve doğruluğumla cennet yaşamını ve sonsuz kurtuluşu hak edeyim diye düşünürsek büyük bir hata yapmış oluruz. Bunu yapmak, kurtuluşumuzla ilgili olarak Tanrı’ya güvenmemek, deyiş yerindeyse, “Tanrı’dan rol çalmak” demek olur. “Evet, tabii ki Tanrı’nın lütfuyla kurtuluyoruz. Ama bizim de bir şeyler yapmamız lazım canım!” diye düşünenlerimiz çoktur. Bu konudaki kafa karışıklığı neyin sebep neyin sonuç olduğunu karıştırmaktan kaynaklanıyor. Biz lütufla, yani karşılıksız olarak tanrı katında aklanıyoruz. İncil’de, Efesliler Mektubu’nda söylendiği gibi: “İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı’nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.”
Geçenlerde arkadaşlar arasındaki bir ev ziyaretinde eğlence amaçlı bir yarışma düzenlenmiş ve ev sahibi, yarışmayı birinci bitirene ödül olarak bir kitap armağan edeceğini söylemiş. Orada bulunanlardan biri ev sahibinin kelimeleri kullanış biçimine şaka yollu itiraz etmiş. Demiş ki: “Hayır, bunu yapamazsın. Sen yarışmayı kazanan birine ödül olarak herhangi bir şey armağan edemezsin. Çünkü kazanan kişi, o ödülü hak etmiş olacak. Bir başarı sağladığı için ödülü alacak. Oysa sen armağan etmekten söz ediyorsun. Kazanılmış, hak edilmiş bir şeyi, bir ödülü ne hakla armağan edebilirsin ki!”
Bu itirazı kaba bulmuş olabilirsiniz. Gündelik konuşmalarda ödül ve armağan arasındaki farka pek dikkat etmeyiz ki bu da büyük bir sorun değil tabii. Ama itiraz eden kişi, aslında haklıydı. Hak ettiğimiz için bize verilmek durumunda olan, kazandığımız bir şeyle, hiç de hak etmediğimiz, kendi çabamızla kazanmadığımız, bize armağan edilen, bağışlanan şey arasında bir fark vardır.
Tanrı bize lütfeder. Kurtuluşumuz bize verilmiş bir armağandır. Kazandığımız ya da kazanabileceğimiz bir ödül değil. Elçi Pavlus’un dediği gibi, iman yoluyla, lütufla kurtuluyoruz.
Kardeşim, bu lütuf çağı, İsa Mesih’in Tanrı Oğlu’nun insanları günahın pençesinden kurtarmak üzere aramıza gelmesiyle başladı. O günahsız yaşamıyla ve masum ölümüyle, Tanrı’nın galip gelene vereceği ödülü kazandı, çünkü yaşamı ve ölümüyle Şeytan’ın, kötülüğün karşısında mutlak bir zafer kazandı. İsa Mesih hak etti.
İsa’nın dirilişi ile, Yeşaya Peygamber’deki ifadeyle “Lütuf Yılı” yanı “Lütuf Çağı” tamamen başlamış oldu. Ve O’nun Nasıra havrasında yaptığı da, işte bu lütuf çağının ilan edilişinden başka bir şey değildi. İsa, Yeşaya kitabı 61. bölümdeki o ayetleri okurken, sadece Kutsal Kitap okumuyordu, oradaki kişilere, ve aslında bütün dünyaya ve tarihe, bir duyuru yapıyordu.
Sen hala, “Bu lütuftan faydalanmak için yine de bir şeyler yapmam gerekir”, diye mi düşünüyorsun kardeşim? Elbette Tanrı bizden elimizi kolumuzu bağlamamızı, yan gelip yatmamızı istemiyor. “Nasıl olsa kurtulmuşum, öyleyse günahtan kaçınmama, Tanrı’nın emirlerine uymak için kendimi zorlamama gerek yok!”, diye düşünemeyiz tabii. Kutsal Kitap tarafından bu hatalı mantığa karşı şu sözlerle uyarılıyoruz. Romalılar Mektubu 6.bölümden okuyorum: “Öyleyse ne diyelim? Lütuf çoğalsın diye günah işlemeye devam mı edelim? Kesinlikle hayır! Günah karşısında ölmüş olan bizler artık nasıl günah içinde yaşarız?” (Romalılar 6:1-3)
Peki, ne mi yapalım Hristiyan kardeşim? Lütfu hak etmek için değil -çünkü gördük ki lütuf hak edilemez- ama lütfu alabilmek için, Mesih’in sözlerine bakalım. Kimler bu lütuf yılından faydalanıyorlarmış, hatırlayalım: Çünkü o beni yoksullara Müjde’yi duyurmam için meshetti. Demek ki Yoksul olmamız gerekiyor. Tabii mutlaka parasal, maddi yoksunluktan bahsetmiyorum. Kendimizin Tanrı karşısında yoksul olduğumuzu, yegane zengin olanın O olduğunu kabul edelim.
Tutsaklara serbest bırakılacaklarını… Demek ki, tutsak olduğumuzu, kendi özgür irademizin bizi günaha tutsak ettiğini ve bu tutsaklıktan ancak Tanrı’nın lütfuyla kurtulabileceğimizi, kabul edelim.
Körlere gözlerinin açılacağını… Öyleyse lütuftan yaralanmak için, İsa’ya bakmadığımız, O’nun ışığından yararlanmadığımız zamanlarda ruhsal anlamda kör olduğumuzu kabul edelim.
Ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak… Demek ki lütuf ezilenler içindir. Demek ki bu lütuftan yararlanmak için kendi gücümüzle günahın ve ölümün ezici gücünü yenemeyeceğimizi, bunun için Tanrı’ya ihtiyacımız olduğunu kabul edelim ki, özgürlüğe kavuşalım.
İşte kardeşler, Tanrı’nın lütfunu, yani İsa Mesih aracılığıyla bize verilen sonsuz kurtuluşu, sonsuz cennet yaşamını, biz sadece kabul edelim. Ve Pavlus’un lütufla ilgili sözlerini tekrar hatırlayalım:
“İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı’nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir.” İşte Hristiyan yaşamının ayırıcı özelliği olan iyi ve doğru işler, ancak bu lütufun eseridir ve Rabbin duyurduğu lütuf yılı, lütuf çağı, bu iyi eylemlerle anlam kazanır. Unutmayalım ki “(Kurtuluş) iyi işlerin ödülü değildir.” Ayetinden hemen sonra, Tanrı sözü, bize şu gerçeği bildiriyor:
“Çünkü biz Tanrı’nın yapıtıyız, O’nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa’da yaratıldık.” (Efesliler 2:10)
Dua Edelim: Göksel Baba’mız, Oğlu’n İsa Mesih’te bize bağışladığın iman ve kurtuluş lütfunun değerini bilmeyi bize öğret. Öyle ki biz, kibirli bir yaklaşımla bu lütfu reddetmek yerine, kendi eksikliğimizi alçakgönüllülükle kabul edip senin lütfunu sevinçle alabilelim. Amin.