Rab de şöyle dedi: “Efendinin, uşaklarına vaktinde azık vermek için başlarına atadığı güvenilir ve akıllı kâhya kimdir? Efendisi eve döndüğünde işinin başında bulacağı o köleye ne mutlu! Size gerçeği söyleyeyim, efendisi onu bütün malının üzerinde yetkili kılacak. Ama o köle içinden, ‘Efendim gecikiyor’ der, kadın ve erkek hizmetkârları dövmeye, yiyip içip sarhoş olmaya başlarsa, efendisi, onun beklemediği günde, ummadığı saatte gelecek, onu şiddetle cezalandırıp imansızlarla bir tutacaktır.
“Efendisinin isteğini bilip de hazırlık yapmayan, onun isteğini yerine getirmeyen köle çok dayak yiyecek. Oysa bilmeden dayağı hak eden davranışlarda bulunan, az dayak yiyecek. Kime çok verilmişse, ondan çok istenecek. Kime çok şey emanet edilmişse, kendisinden daha fazlası istenecektir.
İsa’nın bu sözleri Petrus’un O’na sorduğu bir sorunun cevabıdır. Birkaç ayet yukarısından itibaren okuyorum.
“Kuşaklarınız belinizde bağlı ve kandilleriniz yanar durumda hazır olun. Düğün şenliğinden dönecek olan efendilerinin gelip kapıyı çaldığı an kapıyı açmak için hazır bekleyen köleler gibi olun. Efendileri geldiğinde uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek. Efendi gecenin ister ikinci, ister üçüncü nöbetinde[b] gelsin, uyanık bulacağı kölelere ne mutlu! Ama şunu bilin ki, ev sahibi, hırsızın hangi saatte geleceğini bilse, evinin soyulmasına fırsat vermez. Siz de hazır olun. Çünkü İnsanoğlu beklemediğiniz saatte gelecektir.” (Ayetler 32-41)
Petrus, “Ya Rab” dedi, “Bu benzetmeyi bizim için mi anlatıyorsun, yoksa herkes için mi?”
Evet, İsa, öğrencisi Petrus’un bu sorusuna karşılık olarak, bugünkü metnimizde yazılı olan, uyarıcı sözlerini söylüyor. Ayetlerin özellikle Hristiyan kilisesi içinde görevli olan kişiler için olduğu düşünülebilir. Pastörler, vaizler, Kutsal Kitap öğretmenleri ya da yönlendirici konumda olan diğer imanlılar. İsa, Kilise’si aracılığıyla onlara birtakım çok önemli görevler ve sorumluluklar vermiştir. Bu görevliler, efendilerinin onlara verdikleri bu görevi büyük bir sadakatle yerine getirmelidirler. Dünyasallık, bencillik, tembellik gibi nedenlerle Rab’bin onlara verdiği sorumlulukları boşlamak, yerine getirmemek, savsaklamak, Tanrı’nın öfkesini hak eden günahkârca davranışlardır.
Hani Petrus soruyor ya, “Ya Rab, bu benzetmeyi bizim için mi söyledin, yoksa herkens için mi?” diye. Aklıma Mesih’in göğe alınmadan kısa süre önce Petrus’la yaptığı konuşma geliyor. Mesih, Baba’sının yanına gitmeden önce Petrus’a üç kez soracaktı: “Beni seviyor musun?” Ve her ‘evet’ yanıtından sonra da ona, “Kuzularımı otlat” diyecekti. Koyunlarımı güt, koyunlarımı otlat.” İsa’yla öğrencisi Petrus arasındaki bu diyaloğu Yuhanna Müjdesi’nin 21.Bölüm’ünde okuyabilirsiniz. Bu konuşmada İsa Kilise’sinin gözetmenliği görevini ona veriyordu. Ne büyük sorumluluk! Yani, evet Petrus, İsa Müjde metnimizden önceki ihmalkâr köle benzetmesini senin için söylemişti. Ve tabii Kilise’sinde hizmet etme sorumluluğunu yüklediği bütün hizmetkârları için: Pastörler, vaizler ve diğer kilise önderleri için.
Ama sadece onlar için mi? Sevgili kardeşim, senin belki Tanrı’nın Söz’üyle ilgili özel bir görevin yok. Ama bu seni Rab’bin bu uyarılarından muaf mı kılıyor dersin? Sen de Petrus gibi, İsa’ya, “Bu benzetmeyi benim için mi söyledin, yoksa başkaları için mi?” diye soracak olursan, bil ki, evet, bu sözler senin için de söylenmiştir.
Bir pastör ya da vaiz olmana gerek yok. Mesih sana “Kuzularımı otlat” diye bir görev vermemiş olabilir. Ama düşün bir, bu dünyada hiç mi bir sorumluluğun yok. Sana emanet edilmiş hiçbir insan ya da bir şey yok mu? Bir doktor ya da öğretmen misin? Bir manav ya da ev hanımı mısın? Belki işsizsin bu aralar, ama bu, sorumluluğun yok demek değil. En azından, bir iş aramakla yükümlüsün, değil mi?
Ve bütün bu sıradan gibi görünen görev ve sorumluluklarımız da bize Tanrı tarafından verilmiştir. Tanrı bize gündelik yaşamlarımızın en sade, en sıradan işlerinde, komşumuzda, yakınımızda kendisini gösterir. Diğer insanlar bizim için adeta Tanrı’nın maskeleridir. İşimiz ya da sorumluluğumuz her neyse, Mesih’in işini yapar gibi özenle, ciddiyetle, sadakatle yapmalıyız. Mesleğimizi icra ederken, ya da diyelim ki öğrenciysek derslerimizle ilgilenirken, bu bilinç ve ciddiyetle hareket etmeliyiz. Hepimizin farklı farklı çağrılarımız var. Farklı yeteneklerimiz, farklı becerilerimiz ve Tanrı’nın bize verdiği farklı görevlerimiz. Yaptığımız her şeyde ve bütün ilişkilerimizde, karşımızda bizzat Mesih varmış gibi özenle, sadakatle, ciddyetle davranmalıyız.
Elçi Pavlus Koloselilere yazdığı mektupta şöyle diyor: “Söylediğiniz, yaptığınız her şeyi Rab İsa’nın adıyla, O’nun aracılığıyla Baba Tanrı’ya şükrederek yapın.” (Ayet 3:17) Ve, “Rab’den miras ödülünü alacağınızı bilerek, her ne yaparsanız, insanlar için değil, Rab için yapar gibi candan yapın. Rab Mesih’e kulluk ediyorsunuz.” (Ayetler 3:23-24)
Mesih, sorumluluklarımızı hangi ciddiyetle yerine getirdiğimizin Tanrı tarafından dikkate alınacağını söylüyor. Bize emanet edilmiş kişi ya da işler söz konusu olduğu zaman, sadık olmamızı istiyor. Biz bunu ancak kendi görevini tam bir kusursuzlukla yerine getirmiş olan İsa Mesih’ten öğrenebiliriz. O bu dünyada Baba’ya hizmet etti. Ve O’nun yarattığı bütün yaratılışa, bütün insanlara da, hem de canı pahasına. Çarmıh üzerinde ölmesi gerektiğinde bile kendisinin değil Baba’sının iradesini yerine getirdi. Ve bu sonsuz itaati ve sadakati sayesinde, ölümden dirilerek bütün imanlılar için sonsuz yaşamı kazandı. Öyleyse O’na iman eden sen de, Tanrı’nın sana verdiği görev ve sorumlulukları, İsa’nın sayesinde yerine getirebilirsin. O’na sadakatle bağlı olan hiçkimse, hiçbir imanlı utandırılmayacak.
Dua Edelim: Göksel Baba, bizlere verdiğin görevleri, yapmamızı istediğin işleri, Oğlu’n İsa’yı örnek alarak, O’nu dinleyerek, sadakatle yerine getirelim. Bize emanet ettiğin insanlar varsa, onlara buyurganca davranmayalım; Mesih’in hizmetkârlarına yakışır şekilde hizmet edelim. Amin.