Bizim köşe başında bir manav var. Abartmak istemiyorum ama bence İstanbul’un en taze meyvelerini bizim manav satıyor. Manav tam da iki işlek caddenin tam köşesinde. Etrafında sürekli trafik kazaları, bağırışımalar, kavgalar ve korna sesleri oluyor. Manav hangi halden, hangi satıcıdan bu ürünleri getirtiyor bilmiyorum ama o elmaların tazeliğini görmeni çok isterdim. Cennetten inmiş sanki.
Bunları size bir benzetme yapmak için anlatıyorum. Hayatta bazen en güzel şeyleri hiç beklemediğimiz bir yerde buluruz. Mesela, umut. Umut, gelecekte olacak iyi bir şey için beklenti ve istektir. Umut sayesinde çok zor şeylerin üstesinden gelebiliriz.
Birçok şeyi değiştirecek gücü de vardır. Daha iyi bir gelecek için umut taşıdığımızda ve bunu başkalarıyla paylaştığımızda başkaları da bizimle beraber umut etmeye başlayabilir. Yani bulaşıcıdır da.
Hristiyan bakış açısına göre ise umut genelde beklenmedik bir yerde keşfedilir; çaresizlikte. Çaresizlik zor ve karanlıktır. Tüm çabalarımıza ve göğüs gerdiğimiz onca acıya rağmen planlarımızın suya düştüğü yerdir çaresizlik. Öyle bir yerdir ki yeteneklerimizin yetersiz olduğunu, tüm o tanıdığımız insanların bize yardımcı olamayacağını anlamışızdır. Kendimizi sanki bir boşlukta hissederiz. Çaresizlik gücümüzün tükendiği yerdir.
Ancak çaresizlik umudun saklı olduğu yerdir de aynı zamanda. Kendimizi çaresiz hissettiğimizde kendi gücümüze güvenmekten vazgeçeriz. Değişime en açık olduğumuz zamandır çaresizlik dönemi.
Bir yerlerde şunu okumuştum: “Çaresizliğin karanlığında Tanrı’nın ışığı parlar.”
Yani çaresizliğin dibini gördüğümüz zamanlar gözlerimizi ve kulaklarımızı açarsak ihtiyacımız olan şeyleri, Tanrı’nın vaatlerini görürüz. İnsan aklı genellikle işler kötü gittiği zaman Tanrı’nın uzakta olduğunu, yardım etmediğini varsayar. Daha da karamsar olur. Fakat durum ya böyle değilse? Aksine, tam tersiyse?
Eğer sende kendini karmaşa içinde hissediyorsan ve gelen tüm o sesler seni karamsarlığa itiyorsa… Etrafına bak. Belki de umut yanı başında, hiç de ummadığın bir yerdedir.